30 Aralık 2015 Çarşamba

" ÇARESİZİM "

Bir kabullenme ifadesidir, hüzünlüdür. Çaresizlikten öte bu çaresizliği kabullenmek içte sızı yaratır. Bu sound, şarkının bazı yerlerinde bizi sitemkâr yapar. Bazen hırçın, bazen umutsuz olduğumuz gibidir şarkıda. Bazen de bir çocuk acziyetine bürünüverir. Melodisi çok temiz akar ve çok masumdur. Her hikaye bir parça böyle kokar. Bir an derim susmanın şarkısıdır. İçe doğru kalabalıklaşan, uzayan bir susmanın, çığlık çığlığa düğümlendiği şarkıdır. Buradaki kadının çabası, yanılgısındandır, o değildir sözkonusu olan, hiç olmamıştır ki zaten. Bu sebeple bekler gelmez, haykırır duymaz, ağlar bitmez. Çaresizdir, yapacağını yapmıştır, ancak elinde kalan sadece gözyaşıdır. Herşey bir tarafa asıl bu "naiflik" beni benden almıştır....


27 Aralık 2015 Pazar

YILIN SON İÇ HESAPLAŞMASI


İtiraf ediyorum, iş hayatına ara verince hayatı bayağı bir boşladım, elimi vites kolundan, ayağımı gaz - fren pedalından çektim. Yani aslında kendime format attım. Hep formunu koru, spor yap, saçını fönle, makyajlı, şık, bakımlı olmaya çalış. En ufak bir dış görüntüden tutun da, işte etrafa güler yüzlü ol, kibar ol, zarif ol, sabır küpü ol, ölçülü ol. Yani hep hanım hanım ol. Ol babam ol. Toplumun biz kadınlara biçtiği rol model bu maalesef. Peki iyi güzel de arada içimizdeki erkek ruhu, ne bileyim azıcık külhanbeyi olma arzusu, belki gizli, saklı köşelerde kalmış gezgin hippi ruhu ya da tam tersi küçük kız çocuğu halimiz ne olacak? İyi eş, mükemmel anne, iki tarafın ailesine bağlı, çalışkan iş kadını, arkadaşlarını ihmal etmeyen, iyi ve kötü gününde yanında olmaya çalışan arkadaş, güleryüzlü ve ilgili komşu, cefakar ev kadını, o, şu, bu say say bitmez. Başaramadıklarım için odama kapanıp sessizce ağladığım çok olmuştur benim. Büyümek hep ağır geldi bana, sanki küçük mü kalsaydık hep? Belki bazılarımızın yükü çok daha fazla bile olmuş olabilir.


Bu kadar fazla rol dağılımları arasında bir de kendine iyi davranma hali. Ben yine de galiba iyi davranmaya çalıştığımı düşünüyorum. Her biriniz kadar sorunlu, her biriniz kadar da sorunsuzum. Yok sizlerden bir farkım. Başıma gelen her olumsuzlukta iyi taraflarını görmeye çalışıp, bunun da bir imtihan olduğunun bilincindeyim. Zaman zaman hepimizin hayatında şok yaratan üzücü olaylar karşısında duygusal olarak içe kapanmış, hissiz olma hali, bir kopuş yaşamışızdır. Kolay olmadı bu fikirlere sahip olmak. Az kanamadı dizlerim, pişmanlıklarım, kırgınlıklarım, acılarım oldu elbet. İsyan etmezsem, olumsuzluğu kodlamazsam eğer, sabrımın karşılığını mükafat olarak hep almışımdır hayattan. Yani biraz anlık değil de daha geniş bakmak mı gerekiyor? Mesele bunu görebilmekte, kendine ve inancına güvenmekte. Ben hep dip not okumayı seçiyorum.


Bu bir bakış açısı, yaşam felsefesi. Kendinizi kimseyle kıyaslamayın ve daima yeni şeyler öğrenmeye açık olun. Tek rakibiniz olsun, kendiniz. Kimseyi kıskanmayın. Önemli olan çok para kazanmak veya bir yerlere gelmek değil, karşılığında ödediğin bedel ve nelerden vazgeçtiğindir. Peki sen bu bedelleri ödemeye hazır mısın veya razı mısın? Bunun cevabını bul. Başarıları tabi ki görmezden gelmiyorum, takdir ediyorum, tebrik ediyorum. Başarı hikayelerini, biyografilerini, röportajları okuyorum, izliyorum. Hepiniz teksiniz ve özelsiniz. Yeteneklerinizi keşfedin, her birimiz apayrı cevherler taşıyoruz, çok okuyun, çok gezin, çok film izleyin ve çok konuşmak yerine çok dinleyin.

Başlı başına iyi bir birey olmak da bir hazine değil midir? İçi boş cümleleri dinlemeyin kimseden, bunlarla vakit kaybetmeyin, bu konuda bencil olun. Sizi negatif yapan, yaşam enerjinizi çalan durumlardan uzaklaşın. Bir dönem o kırılmasın, bu üzülmesin diye yaşadık hep. Şimdi iki patronum var : Keyfim ve paşa gönlüm. Bu espritüel bir ifade tabi, vicdanınız herşeyin en doğrusunu biliyor, önce onun sesine kulak verin.


Diyorum ki kendinize sığının ve inanın. Her birimiz şu yeryüzünde bir boş alanı kaplıyoruz. Dünyaya gelişimizin ve aldığımız her bir nefesin bir amacı ve anlamı var. Bu bazen birilerinin hayatına dokunmaktır, bazen de birileri dokunur bizim hayatımıza. Önemli olan bunun farkındalığında olmak. Hep güler yüzlü olun. Bu bir çok kapıları açar, olumlu bir davranış beraberinde yine zincirleme iyi şeyleri getirir hayatınıza.

Yaşama sevincinizi kaybetmeyin, ışığı beklemeyin kimseden, siz ışık olun. Bu dışarıdan edinilmesi güç, içten gelen, ansızın gelen, yaşama karşı duruşunuzla ilgili bir histir. Zaten yaşama karşı duruşunuz da nasıl belirlenir nasıl netleşir o da ayrı bir konudur. Her şey yolunda olsa da veya olmasa da bu his gelip yerleşti mi içinize artık sizden iyisi yoktur, o kalp tam sizin için yaratılmış gibi çarpar, nefes bir çırpıda geçer soluk borunuzdan, tüm evren içinize dolar. İşte ben böyle yaşıyorum.


Yine de kendi hayat felsefeniz, şu veya bu şekilde bir inanç sisteminiz, bir iç disiplininiz, çalışkanlığınız ve istikrarınız olmazsa hayatta hiç bir şeyde tutunamazsınız. Çok basit bir iş yapıyor olsanız da bunu en iyi yapan olmaya çalışın. İşinizin hizmetkarı olun. İnsanlara ve olaylara karşı hep saygılı ve ölçülü olun. Samimiyetle laubalilik arasındaki ince çizgiyi iyi koruyun. Denge, herşeyde denge baş prensibiniz olsun. Davranışlarda, düşüncede, konuşmalarda. Sınırlarımızı ve haddimizi bilmek dengeyi korumada gerekli.

Soyutlanın. Arada herşeyden ve herkesten kaçış, kendinizle başbaşa kalma ritüelleriniz olsun. Kendinizi besleyin, yaratıcı yalnızlığınıza yaslanın. Yaşımız kaç olsa da hayal kurmaktan vazgeçmeyin. Yastığınızın başucunda küçük bir masal dünyanız olsun. Bunaldığınızda ona sığının, başka boyut, başka alem iyi gelecektir.

Hep sözünüzde durun, hani ne derler delikanlı gibi. Olmadıysa mantıklı bir mazeretiniz olsun ve karşı tarafa bunu anlatın. Arada bazen komik de olun. Hep ciddiyet hiç çekilmez. Hayatın içinden bazen komik öğeleri bulup çıkartın, bununla eğlenin. Kimseye anlatmasanız da siz bilin ve gülümseyin yeter. Burada birşeyleri idealize etmeye çalışmadım, sadece olmaya çalıştığım büyük oranda da başarabildiğime inandığım şeylerden bahsettim.



24 Aralık 2015 Perşembe

BURNUMUZU HOKKA YAPALIM


Genelleme yapamayız ancak millet olarak burun yapımız bir çoğumuzun kemikli, burun ucu düşük, etli, burun ucu sivri veya eğri olabilmektedir. Ülkemizde estetik ameliyatlarının en fazlası burun estetiğinde gerçekleşmekte. Estetik kaygıyı bir kenara koyalım, kulak burun boğaz doktoruna gidip de, burnumuzda deviasyon olduğu gerçeğini duymayanımız yoktur herhalde. İnsana en çok hava veren uzvumuz burnumuzdur. Estetik sonrası özellikle bazı kişileri olumlu anlamda yüzüne çok yakışır bir şekilde dönüştürdüğü de bir gerçektir. Güzel şekillisini gördüğümüzde, gözümüz ister istemez bakar, güzel burunlu çocuklarda ise bir ısırma isteği uyandırır. 

Öncelikle bu kusurları makyajla kapatma işlemi için, açık ve koyu tonda fondöten gereklidir. Cildimizden iki veya üç ton koyu fondöten, kusurlarımızı ve göze batan noktaları geri plana almaya, tenimizden en fazla bir ton açık renk fondöten ise öne çıkarmaya yarayacaktır. Kapatıcımız olmazsa olmazımız zaten. Şunu net bir şekilde ifade edelim ki bu uygulamaların gündüz makyajından ziyade gece makyajında uygulanması daha doğrudur. 

Kemikli bir burnumuz varsa:   Bu kemiğin üzerine koyu renk kapatıcıları veya fondöteni uyguladıktan sonra bir makyaj fırçası ile kapatıcının eşit şekilde dağıtılmasını sağlayabiliriz. Bu uygulama ile kemik yapımızı normal bir görünüme indirgeyebiliriz.

İri ve etli bir burnumuz varsa:   Biz burnumuzun daha ince ve kalkık görünmesini istiyorsak, burnun yan hatlarından koyu fondötenle yukarıdan aşağıya bir hat çizilir ve ince bir fırçayla iki tarafa bu koyuluk yedirilir. Burnun üst kemiğine de boydan boya açık renk fondöteni veya açık renk kapatıcımızı sürüp, ince fırçamız veya makyaj süngeri ile minik tampon hareketleri ile yedirilir. Video tam bunu anlatmaktadır. 

Uzun bir burnumuz varsa:   Burada yapılacak olan koyu renk fondöteni veya kapatıcıyı burun ucumuza uygulamak. Koyu renk gölgelendirme o uzunluğu nötr hale getirir. 

Burnumuz düzgün, ince diyelim ve biz bunu daha bir vurgulamak istersek sadece
burnumuzun ucuna açık renk kapatıcı uygulayabiliriz.

Bu uygulamaların üzerine mutlaka sabitleyebilmek için transparan pudra uygulanmalıdır, yoksa uzun süre dayanmaz. Artık kontür sanatı, makyaj sihirlerinin olmazsa olmazı.



23 Aralık 2015 Çarşamba

GİDEMEMEK

Yaşanmış bir hikayeyi anlatan Denzel Washington ve Russell Crowe' un başrolünde oynadığı "AMERİKAN GANGSTERİ" filminde bir cümle beynime kazınmıştı. Denzel Washington bir konuşmada 'insan hangi noktada olsa da, doğduğu topraklarından, köklerinden güç almazsa tam olarak bir yere gelemez'. Başrol abimize, ailesine bağlı, annesine ve eşine büyük önem veren, paranın dibine vurmuş olmasına rağmen çok gösterişli yaşamayan, yerini bilen bir rol biçilmişti. Bir mafya - polis - devlet ilişkisini anlatan bu filmin asıl bu detayı beni çok etkiler. Çoğumuzda birgün memleketimize dönüp, kalan hayatımızı dingin bir şekilde aile, akraba ve aynı toprağın insanlarıyla geçirme hayali hep bir köşede saklıdır. Oysa ki bu şarkı tam tersi, bir şehri bırakmamayı anlatır bize, gitmek isterken gidememeyi, kaderini değiştiremediğini bilmenin getirdiği ağırlığı, geride bırakamamayı ve bu duyguların verdiği burukluğu anlatır. İçinde geçen "bir ihtimal daha vardı, felaket oldu" dizesiyle kalplerin üzerine mil çeker. Uğuldayan rüzgar, savrulan yapraklar, bir çift sallanan el ve bitmeyen bir gözyaşının şarkısı olsa gerek dedirtir. Gri yüzlü apartmanlar arasından, daracık sokaklardan, sessiz park önlerinden geçerken yerlerde yatan sararmış ölü yaprakları tekmeleyerek herhangi bir yere yürüyen bir kadın ya da bir erkek vardır. İşte bu şarkı yalnızca o herhangi bir yerin ve ona yürüyen insanın şarkısıdır.


22 Aralık 2015 Salı

ÇÖP TOPLAYAN ÇOCUK


Geçen gün sabah ayazında küçük, zayıf ve sağlıksız bedeninin nerdeyse dört beş katı büyüklüğünde çöp toplayan bir delikanlıyla göz göze geldim. Üstünde kocaman "I Love You" yazan bir kazak vardı, yazının yanında da kocaman kırmızı bir kalp. Renkleri itibarıyla da nereden baksak bu bir erkek kazağı olamazdı. En fazla lise çağlarında olabilecek yaşlardaydı ve kazağıyla gurur duyduğu her halinden belliydi. Düşündüm, onu bu kadar hayatın genel geçer kurallarından soyutlayan nedenleri. Çöpten bulduğu kazağı, çıplak ayaklı bedeninde eğreti bir şekilde taşıyan bu yaşlardaki bir çocuğun yaşam gailesi hepimizi düşündürmeliydi. Kendimizi sorgulamalıydık. Üzerindeki çöp arabasının ve hayatın yükünün çökerttiği omuzları da. Çok erken büyümek zorunda kalan çocuklarımızdı onlar bizim.

Şöyle veya böyle gelişmişliğimizle övünürken ya da halkın neredeyse tamamına yakınının müslüman olduğu bu topraklarda bu insanların sayısı çok fazla artmıştı. İslam şevkat ve merhamet diniydi oysa. Hiç birimiz doğarken ailemizi seçemiyoruz. Öyleyse makus kaderimizle beraber doğuyoruz. Hangi sosyal tabakaya ait olduğumuz, köylü - kentli, zengin - fakir, doğulu - batılı bizim dışımızda. Kendi çabasıyla bu tabakalar arası geçişkenliği başarabilenler elbette ayrı bir başarı hikayesidir, ancak bunları oranlarsak genel toplamın içinde yüzde kaçtır? Ayrıca herkes bu anlamda başarılı olacak diye bir koşul olmamakla beraber, bu da gerçek bir başarı mıdır tartışılır. Doğduğumuzda hazır bulduğumuz ve bize altın tepside sunulan şartlar değildi başarı. Acaba şanslı mıydık veya şanssız mı?

Dünyanın en güzel şehri diye gururlandığımız İstanbul' a bu çağda hiç yakışmayan bu görüntüler içimizi acıtıyor. Elbette bu insanlar istihdam edilsin ancak çöpler de kategori olarak farklı konteynerlara atılsın. Buna da sıkı denetim ve cezai müeyyideler gelsin. Benim meselem bu değil. Çöpten yiyecek ve öteberi toplamak zorunda kalan insanları düşünmesi gereken ve varlık amacı da zaten refah, huzur, barınma, güvenlik, eğitim, sağlık gibi bireyin temel ihtiyaçlarını karşılamak ve karşılanmasına yönelik ortam hazırlamak olan en başta devletti. Hepimiz elbirliğiyle çocuklarımızı doktor veya mühendis yapmaya çalışırken, ara kademelerde de çalışacak bireylere ihtiyaç olduğunu hep göz ardı ettik. Oysa ne kadar değerli birşeydi, toplumda sevilen, sayılan bir çöp elemanı olmak ya da başka bir meslekten olmak. Fırsat eşitliği sunulsaydı nasıl bir cevher çıkardı bu delikanlıdan? Yitip gitmiş ve günlük en ilkel ihtiyaçlarının derdine düşmüş, art niyetli insanların her an tuzağına düşebilecek bu çocuklar, birgün yitip gittiğinde yine toplum olarak bizim yükümüz, negatifimiz ve utancımız değil miydi? Bu hayata gelmemizin bir nedeni vardı, birilerinin hayatına olabildiği ölçüde dokunabilmek. Toplumun en alt kademesini temsil eden bu insanları, çocukları, gençleri koruyalım, kollayalım, onları meslek sahibi yapalım. Bu bireysel olarak yapılabilecek birşey değil elbet. Bu çok çok büyük bir çerçeve. Sadece konuya dikkat çekmek, sizi de düşündürmek istedim. Yani fotoğrafı doğru çekmeye çalıştım. 

21 Aralık 2015 Pazartesi

MASAJ MASAJ MASAJ


Arada bazen yaklaşık ortalama bir saat, dış dünyanın tüm kargaşasını, tüm stresinizi dışarıda bırakın. Fiziksel, ruhsal, zihinsel arınmaya kucak açın. İnsanlık tarihi kadar eski, Yunanca'da 'yoğurma' anlamına gelen, rahatsızlıklarımıza kesin bir tedavi yöntemi olmayıp ancak tedavinin kolaylaşmasını ve hızlanmasını sağlayan basit gibi görünse de usta ellere bırakılması gereken uygulamaya yani masaja bir şans verin. Hangimiz çocukluğumuzda minik rüşvetler karşılığı yere uzanan büyüklerimizin sırtına, beline çıkmadık, o engebeli sırtta çocuk ayağımızla akrobasi yapmadık? 'Ez ez, biraz sağa, olmadı, biraz sola git, hıh tamam orası' falan gibi uyarıları dikkate almadık?

Alerji, astım gibi rahatsızlığı olanlar ortamdaki kokulu mum, aroma, tütsü gibi kokulara karşı hassas olabilir ve bu önemli bir detaydır. Temiz ve konsepte uygun bir ortam, tertemiz havlular, new age müzik ve parmakları şifalı masajcınız. En az ayda bir kere yaptırılması gereken eylem, fiziksel etkisi maksimum iki günlük rahatlama şeklinde ortaya çıksa da, psikolojik etkisi daha uzun sürer. Her türlü gerginliğin, huysuzluğun ve hatta abartalım, mutsuzluğun izlerinin silinmesine yardımcı olur. Bitiminde açılan gözlerin dünyaya daha parlak bakmasına sebebiyet veren huzurun göbek adı. Hatta bazı masajlarda o süre içinde ruhun bedenden ayrıldığına şahit olabiliriz. Üstüne mis gibi uyku da cilası olur.


Bizde eski zamanlarda masajdan anlaşılan, hamama gidildiğinde "kese - sabunlama - masaj - yıkama" işini topluca yapıp genelde bahşiş usulü çalışan kişilerin eline kendimizi teslim etmekti. Hani erkeğine tellak, kadınına natır dediğimiz. Vücut insanın en önemli ve en özel elbisesidir ve siz ona dokunulmasına izin veriyorsunuz. O halde bu işi yapanların standartları ve denetimi sıkı olmalıdır. Sonuçta yenilenerek yeniden doğmanıza sebep olan ve bağımlılık yaratan bir eylemdir.

Kırıklarda, tümörlerde, hamilelerde, ateşli hastalıklarda uygulanmaz. İsveç masajı, spor masajı, aromaterapi masajı, Thai masajı, refleksoloji, derin doku masajı, anti selülit masajı ve bölgesel masajlar gibi birçok çeşidi vardır. Genel uygulama teknikleri ise sıvazlama, ovma, yoğurma, titretmedir. Uygulamada ise susam yağı, zeytin yağı, hindistan cevizi yağı kullanılabilir. Bunun  yanında çok yorgun ve stresli olanlara lavanta ve okaliptüs yağı kullanabiliriz. Lavanta zihin açıcı, okaliptüs ise bedeni diriltici etkiye sahiptir. Gergin insanları yatıştırmak için bergamot ve yasemin yağı, adet öncesi kadınlarda sinirliliği yatıştırmak için ylang ylang yağı, ağrılar varsa nane yağını öneriyoruz.

Masaj, kilo verme programı uygulayan kişiler tarafından düzenli olarak yaptırıldığında, boşalan yağ hücrelerini sıkıştırarak sarkmalara engel olur. Vücuttaki deformasyonu engeller, kasları rahatır. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Felç, romatizma, kanser vb. gibi hastalıklarda doktor önerisi doğrultusunda yapılan masajlar, hastanın ağrılarını azaltır, beden ve zihin açısından olduğu kadar psikolojik yönden de rahatlamasını sağlar. Masaj yaptıran kişi kendini daha enerjik hisseder. Günümüz hayat şartlarının ortaya koyduğu olumsuz etkilerden (stres, yorgunluk vb.) kişinin uzaklaşmasını sağlar. Baş ağrılarının (migren gibi) doğurduğu atakları azaltır. Vücuttan toksinlerin atılmasına yardımcı olur. Cilde esneklik kazandırır. Metabolizmayı hızlandırır. Bedeninizi ödüllendirin bence geç kalmadınız.


PARFÜM DOSYASI 1


Kokular bazen geçmişle olan bağımız, bazen anneye duyulan özlem, bazen de sevgiliye duyulan şehvetin sebebi olabilir. Burnumuz sayesinde soluduğumuz havanın içinde bulunan milyonlarca hava molekülleri burnun iç kanallarında elekriksel uyarılara dönüşerek beyne ulaşır. Böylece koku alma dediğimiz şey gerçekleşmiş olur. Benim sırf kokusunu çok beğenip de, tanımadığım bir bayana kokusunun markasını sormuşluğum vardır. Doğru cevabı alabildim mi derseniz; HAYIR. Bir tanesi de hatırlamadığını, bugün hangisini sürdüğünü bilemediğini söylemişti. Bana biri sorsa halbuki ne biliyorsam anlatırdım, Allah ne verdiyse artık.

Hani bazı insanlar vardır, kendileri gelmeden daha kokuları ulaşır mekana, parfümü kendisiyle karakterize olmuştur artık, falanca hanım veya bey geliyor deriz daha görmeden. Parfüm konusunda çabuk sıkıldığım için her seferinde değiştiririm. Çok da özdeşleşemem, denenmişi deneyemem. Ha birde çocukluğumuzun, gençliğimizin Brüt, First Class, Old Spice, Azzaro gibi erkek parfümleri ayrı bir efsanedir. Bundan kokmayanları döverlerdi nerdeyse, yani o biçim. Her sosyal statüden ve her yaştan erkek cinsi bunlardan kokardı. Bir kere köydeki erkek berberinde bile tıraş sonrası Brüt kullanıldığına bu gözler şahit olmuştur.

Parfümlerin geçmişi MÖ 4000 'li yıllara dayanır. Modern parfümler ilk olarak Fransa'da 16. yy.'da ortaya çıkmıştır. O zamanlar Fransa'nın sokaklarında açıktan akan kanalizasyonların neden olduğu pis kokudan dolayı insanlar parfüm laboratuvarında üretilen güzel kokulu deri eldivenleri burunlarına tutarak dolaşırlardı. Bugün parfümler insanı, sosyal dünya içerisinde farklı kılabilmek adına önemli bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Kozmetik sektöründe en büyük rekabetin ve prestij savaşlarının olduğu alan parfüm sektörüdür.

Doğal kokular çiçek, baharat, meyve, ağaç kokularıdır. ÇİÇEK Kokularının başlıcaları manolya, lavanta, gül, orkide, zambak, portakal çiçeği, limon çiçeği, yasemindir. MEYVE Kokuları şeftali, portakal, kavun, mandalina, limondur. BAHARAT Kokuları karanfil, zencefil, karabiber ve tarçındır. AĞAÇ Kokuları en başta sandal ağacıdır. 
Çiçek ve meyve kokularının karışımları Oryantal Kokular olarak adlandırılır. İçeriğinde gül esansı olan bir parfümü düşünelim: 1 gr. gül suyu özü elde edebilmek için 2000 adet gül yaprağını destilasyon (bir nevi damıtma) işleminden geçirmek gereklidir. O zaman bu ürünler piyasada elbette pahalı olacaktır.

Parfümlerin en önemli kısmı Extrait dediğimiz Öz'dür. Kaliteli parfümlerde bu oran % 10'un üzerindedir. Yani parfümün etkileyiciliği ile doğru orantılıdır. 

Peki ya kalıcılık nasıl olur? Bunu sağlayabilmek için üreticiler 'Fixative' denilen doğal veya sentetik bağlayıcılar kullanırlar. En meşhur doğal bağlayıcı misk geyiğinin ter bezlerinden elde edilen çok güzel kokulu misk amberidir. En kolay bulunan sentetik bağlayıcı ise gliserindir.

Parfümün son parçası 'Çözücü' dür. Yani değişik derecelerde etil alkol ve su kullanılır. 

Eau de parfüm      : % 10 - 20 parfüm + su ve alkol (Üzerinizde 8 saate kadar kalabilir.)
Eau de toillette      : %  4  - 9  parfüm + su ve alkol (Üzerinizde 4 saate kadar kalabilir.)
Eau de cologne      : %  2  - 5  parfüm +bol su ve az alkol

Peki parfümün notası nedir? İlk sürüldüğü zaman içindeki alkol ve su vücut ısısı tarafından hızla dağıtılır ve uçurulur. Geriye kalan parfüm ise uzun saatler boyunca vücuttan buharlaşarak etrafa yayılır. İyi bir parfüm iyi bir beste gibidir. Buharlaşma hızı ve kokunun gücü, parfümün nota sınıflandırmasını belirler. Her parfüm 3 notadan oluşur. 

ÜST NOTA : Daha ilk kokladığımızda hissedilen yani aslında parfüme en son eklenen esanslardan oluşur. Tüketicinin daha deneme aşamasında aldığı koku olduğu için pazarlaması ve satışı açısından en önem verilen ancak kullanımı sırasında en az etkisi olan kokulardır. Turunçgil, zencefil, orkide, lavanta, bergamut ve gül gibi esanslar kullanılır.

ORTA NOTA : Kalp nota olarak da denilen, üst nota kokuları uçtuktan sonra hissedilmeye başlanan genellikle yumuşak ve çok belirgin olmayan kokuları içerir. Ve alt notaların ilk anda çok da hoş olmayan ancak zamanla güzelleşen kokusunu ortalama 20 dakika ile 1 saat arasında perdeler. Limon çiçeği, portakal, ylang ylang, sardunya, lavanta ve gül tipik orta nota kokularıdır.

ALT NOTA : En kalıcı esanslardır ve daha parfüm üretilirken içeriğe ilk katılandır. Üst nota tamamen ortadan kalkınca ortaya çıkar ve parfümün en önemli kısmıdır. Yani parfümün en karakteristik kısmıdır. Buharlaşması uzun sürer ve tenden en son uzaklaşandır. Parfümün kalbi denilen alt nota, parfümü ilk sıktıktan sonra 2 - 3 saat sonra kokusu ortaya çıkar. Kalıcı, etkileyici ve derin koku aslında alt notaya bağlıdır. Sandal ağacı, vanilya, tarçın alt notada kullanılan esanslardır.
( Parfüm dosyası devam edecek )




12 Aralık 2015 Cumartesi

TIRNAK MODASI "NAİL ART"


Oje, kalıcı oje, takma tırnak, protez tırnak ve tırnak süsleme çılgınlığı öyle bir başını almış gidiyor ki, aklınız mantığınız durabilir. Gelişmelerin hızına ve yağmur gibi gelen yeniliklere yetişemiyorsunuz. Geçen sene eğitimini de aldığım bu alanda kullanılan malzemeler, aletler, aparatların çokluğu ve çeşitliliği başımı döndürdü. Hangi birini, neyi anlatayım? Bilemedim o yüzden sadece bir genel girizgah olsun bu sefer.


Hocanız, yıllardır bu meslekte tecrübeli ve birçok şöhretli isimle çalışmış biri olunca, tüm yeniliklerden haberdar oluyorsunuz. Hayattaki en büyük şansım karşıma çıkan insanların hep işinin ehli ve doğru insanlar olması. Hadi "tırnakta ebru sanatı" nı anladıkta, "tırnak piercingi" ne olmakta? Ve onu takmak için "tırnak makkabı". Benim kopma noktam "olumlu anlamda" tabi, bunu duyduğum andır.


Niye takma tırnak veya protez derseniz bu da farklı bir yazı konusu olabilecek bir soru. Çünkü özellikle gençlerin tırnakları, tırnak yeme alışkanlığını bir kenara koyarak söylüyorum ki, beslenme alışkanlığından mı, hava kirliliğinden mi ya da sürekli bir sınav geçme gailesinin yarattığı psikolojik stresden mi bilinmez ancak çok kötü ve şekilsiz. Bana göre bu hiç de azımsanmayacak bir sağlık problemi ve katlanarak büyüyor. Dolayısıyla tırnak bakımı ve süsleme sanatı tüm sınırları zorluyor. Şöhret dünyasından ilk Hande Yener, bu uygulama ile sektörün bu yönüne dikkat çektirmeyi başardı. Ha bu yöntemleri kullanmak sağlıklı mı? Kimin umurunda, çağımız dış görüntünün çok önemli olduğu zamanlar, kendimizi iyi hissetmemiz dış görüntümüzün iyi olmasıyla alakalı. Ailemizde, sosyal çevremizde, iş ortamımızda ilk görüşte pozitif etki yaratmak kadın, erkek herkesin çabası. Dış görünüş, ilk intibada büyük payı olan ancak "insanlar kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır" gerçeğini de değiştirmeyen bir algı.




11 Aralık 2015 Cuma

CHASING ICE : "BUZUN PEŞİNDE"


Dünyayı insanoğlu olarak nasıl kendi ellerimizle bitirdiğimizin hikayesi. Görünen o ki hep beraber elbirliğiyle dünyayı yok etmeye devam edeceğiz, ta ki büyük bir afet insanların büyük bir kısmını yok edene kadar. Kibar veya ortalama cümleler kurmayacağım, bilakis sert, vurucu, eleştirel ve dokunaklı ifadelerim olacak. Yığınla ödülü kucaklamış bir belgesel filmden bahsetmek istiyorum. Zamansızlıktan kaç gündür izlemek için fırsat kolluyordum. Eğer izlemezsek insanlığımız yarım kalır, tamamlanamayız. O kadar yani. Elin oğlu idealist, çalışıyor, tarihe geçecek kadar insanlığa faydalı bir katma değer yaratıyor. Buna nasıl saygı duyulmaz? Hep kendi dışımızda olan bitene mevcut sessizliğimiz, duyarsızlığımız nereye kadar? Dar bir dünya görüşüne hapsolmuşluğumuz, aynı gündemlerle boğulmuşluğumuz, hep ayı, haftayı kurtarma telaşlarımız ve sığlığımız. Kısa vadeli menfaatlerimizin peşinde koşma halimiz. Bu ülkede yaşamak hep aynı filmi geriye sarıp sarıp izlemek. Arada gündemimizi değiştirelim derim.


Bu sadece bir belgesel değil, James Balog ve ekibinin Iceberg' lerin olduğu yerlere 25 tane kamerayı koyarak, 5 yıl boyunca binlerce kere fotoğraflamayı başararak, küresel ısınmanın nasıl hızlı ilerlediğini gözler önüne serme hikayesi. Eksi kırk derecede, ekipmanı kurmanın zorluğu, projeyi hayata geçirmenin lojistiği hepsi ayrı bir sıkıntı. Çok büyük zahmetlerle 12 kamera Grönland'a, 2 Montana'ya, 5 İzlanda, 5 kamera da Alaska'ya kurulur. James Balog, bilim adamları veya herkesin "dikkat küresel ısınma var" söylemlerini teorilerle veya bilgisayar modelleriyle değil bizzat dizlerindeki sakatlanmalara rağmen ve ailesinden uzakta geçirdiği uzun zaman dilimlerine inat, gözlemleyerek ve görüntüleyerek aktarmayı amaçlamış. İklim değişikliği kanıtlarıyla sunuluyor. Sırf görselliği için bile izlenebilir. Sadece bir şehir büyüklüğündeki buzulların üç yıl içinde hızla ortadan kaybolması. Yönetmen, yazar Jeff Orlowski' nin çekimlerini yaptığı film, iklim değişikliklerinin ne kadar tehlikeli boyutlarda olduğunu gösterir ve ürperten değişikliği gözler önüne serer.


Özellikle 17'inci ve 64'üncü dakikadaki muazzam tabiat olayını kaçırmayın derim. 39'uncu dakikada buzulların üzerinde rastladığımız, Orta Asya çöllerinden esen yüzey tozu. Yani doğal külün küçük karbon parçacıklarıyla karışmış bileşimi, yangınlardan, eksozlardan, kömür yakıtlı güç ünitelerinden gelen kurum parçacıkları. Simsiyah ve yoğun bir balçık kıvamında buzulları kirletmesinden ziyade siyah olduğu için güneşi buzullara göre daha bir yoğun çektiği için erimeyi de hızlandıran bir faktör. Filmin, 40'ıncı dakikada normal şartlar altında erimede dengenin nasıl sağlanabildiği, ancak ısınmanın arttıği için döngünün artık bozulduğu ve sürekli bir erimenin sözkonusu olduğu beni en çok sarsan kısmıydı.

Sadece bir belgesel değil, aynı zamanda geniş bir kampanyanın da parçası film. Alınabilecek sıradan önlemlerle küresel ısınmayı durdurmak, sosyal medya aracılığı ile siyasileri harekete geçirmek ve çevre olaylarında farkındalık yaratmak başlıca amaçları arasında. Fragman da aşağıda.








7 Aralık 2015 Pazartesi

"MAD MEN" DİZİSİ


Sene 1960' lar, şehir Amerika' da New York, konu ise o yıllar altın çağını yaşayan reklamcılık sektörünün zeki reklamcıları. Öyle çok büyük hikayeler yok ancak küçük hikayelerin detayları diziyi sırtlamakta. Her kahramanın içinde inanılmaz fırtınalar kopar. Oya gibi işlenmiş çok incelikli ve derinlikli bir senaryo. Ve sanat yönetmenliğine şapka çıkarılması gerekenlerden.

2007 yılında ilk sezonu gösterilen bu drama dizisinin yaratıcısı ve yönetmeni Matthew Weiner. Dizi "Sterling Cooper" adlı kurgusal bir reklam şirketinde geçer. Başroldeki üst düzey şirket yöneticisi Don Draper ( Jon Hamm) ve etrafındaki insanlar konu edilmektedir. Altın Küre ve Emmy Ödüllerini silip süpürmüştür dizi. 1950' lerin sonu 60' ların başı olduğu için reklam sektörü yenidir, reklamla ilgili bulunan her fikir tazedir, orjinaldir, kadınlar çok şık, erkekler her daim takım elbiselidir. En çok dikkat çeken de sürekli, kapalı ortamda sigara içilmesidir. Don Draper' in elinde genelde sigara ve viski kadehi hiç düşmez zaten, ancak ultra maskülen tarzının yanında karizmasını da hiç bir kelime tarif edemez kanımca. Herkes havalı, herkes janti arzı endam eder dizide.

Çok yüksek ratingli bir dizi olmamakla beraber benim gibi vintage severler için, o büyülü atmosferi için bile izlenmelidir. Bayılırım böyle dönem dizilerine ve özel çalışmalara. Arka planda çok büyük bir emeğin olduğunu farketmemek imkansız. Ne o öyle şok edici gelişmeleri ne de sürprizli bölüm sonları yoktur. Birçoğuna göre sürükleyici değildir. Olaylardan çok kişilere, kişilerin yaptıklarından çok psikolojilerine odaklanan ağır drama. Dikkatli izlersek o yıllarla ilgili birçok detay öğrenebiliyoruz.


Ana karakterin sağlam duruşu, içinde yaşadığı fırtınalara rağmen zor durumlara getirdiği yaratıcı çözümler ana tema. Geçmişine perde çekmiş, yeni hayatını bir yalanlar zinciri üzerine kurmuş, bu yüzden sert ve taviz vermez görünümünün altında her zaman başa çıkamadığı bir hüzün barındıran kişilik. Belki de bu yüzdendir sık sık ofisindeki koltukta uyuması. Ayrıca ABD' nin fırsatlar ülkesi olma yolunda atılan temellerin bir bir gözler önüne serilmesi, genelde çok farkında olmasak da hayatımızın büyük bir alanını kaplayan 'satış - pazarlama - reklamcılık' gibi alanların nasıl ortaya çıktığına şahit olmak aslında bugüne kadar hiçbir dizinin yapamadığı birşeydir.


Diğer taraftan Don'un karısını oynayan güzeller güzeli Betty ise umutsuz ev kadını olmanın ne menem birşey olduğunu karakterin iç dünyasından kesitlerle çok çarpıcı biçimde önümüze koyar. Alt metinlerinde bile günümüze yönelik birçok mesaj barındıran, yıllar geçtikçe karakterlerin dünya görüşünde gerçekleşebilecek değişiklikleri de keyifle izleyeceğimiz, sayılabilecek birçok örnekten sadece biri olan Kennedy suikastinin Amerikan toplumunu nasıl sarstığına şahit olduğumuz benim mükemmel üstü dizim. Son video da dizinin muhteşem soundtrackı.




İTİNA İLE OMEGA 3 DOSYASI AÇILIR, ANCAK KAPANIR MI ? BENCE KAPANMAZ


Halsizlik çekenler, çok çabuk yorulanlar, sabah yataktan kalkamayanlar, gece uyuyamayanlar, çocuğu olanlar okusun. Ben de aynen böyleydim. Balık yağı kullanmaya başladıktan sonra hayatımın ivmesi değişti. Yorulmuyorsunuz, enerjik oluyorsunuz, önceden sizi geren konulara daha pozitif yaklaşıyorsunuz, sinirlenmiyorsunuz, daha sağlıklı düşünüp konulara çok iyi odaklanıyorsunuz. En komiği bir mutluluk, bir gülümseme hali ki sormayın. Bir neşe, pür neşe.


Sağlığımız için çok önemli, hem çok faydalı, vücuda en çok gerekli olup da vücudun üretemediği, ayrıca dünyada pazar payı olarak sınırları, büyüklüğü tahmin edilemeyen, hesaplanamayan devasa bir alandan bahsetmek istiyorum : Omega 3 mevzusu. Yanlış bilgiler ve yönlendirmeler ortalıkta peynir ekmek gibi maşallah. Başta balık, ceviz ve keten tohumunda bulunur. Elbette hayvansal omega bitkisel olana göre daha kalitelidir. Yağ asitleri ile çevrili olan, vücudumuzun en küçük yapı birimi olan hücrelerimizin içine bir taraftan besinler girer, diğer taraftan zararlı bileşenler dışarı atılır. Hücrede bu görevin yapılmasını sağlayan temel hücre yapı taşı ise yağ asitleridir. Yani omega 3' de bulunan EPA, DHA' dır. Bugün tıp dünyasında otorite kabul edilen Erkan Topuz, Osman Müftüoğlu, Canan Karatay birçok açıklamalarında Omega 3' ün dışarıdan takviye olarak alınmasını, balık yağı hapının mutlaka kullanılması gerektiğini defalarca ifade etmişlerdir. Soğuk denizlerde hatta Kuzey Kutbu'nun balıklarından üretilen balık yağını kullanın çünkü balıklar soğukta çok iyi yağ tutarlar ve en iyi, sağlıklı EPA DHA bu balıklarda bulunur.

Balık yağı, ömrümüz boyunca  kullanılması gereken tek vitamin. Ancak burada yanıldığımız nokta şu. Önemli olan balık yağından ziyade, içindeki bize gerçek faydası olan 'yağ asiti' dediğimiz EPA, DHA' dır. Piyasada satılan birçok markanın kilo aldırmasının da nedeni budur, çünkü içeriğindeki etken maddesi çok azdır. Boşuboşuna yağı yut babam yut.

Dünya Kalp Cemiyeti der ki "her normal, sağlıklı birey günde 1 miligram EPA, DHA almalıdır." Sadece yediğimiz gıdalarla bunu almamız mümkün değil. Düzenli balık yağı kullanarak romatoid artriti, astımı, psikiyatrik rahatsızlıkları, damar tıkanıklığını, kanseri yenebilirsiniz, kalp krizi riskini minimuma indirebilirsiniz. Çağın vebası şekeri kontrol altına alabilirsiniz. Çevremde birçok kişide bunun örneklerini yaşadım. Yaşamadığım, tecrübe etmediğim, emin olmadığım hiçbir şeyi de yazmıyorum. Zamanında ve düzenli, gerektiğinde başka vitaminlerle takviyelerle ve tabiki de doktor kontrolünde alınmalı. Alınmazsa işte böyle kalp krizleri, kanserler ortalığı kasıp kavurur. Japonya' da bu konu tamamen Sağlık Bakanlığı' nın kontrolündedir, bebek doğduktan itibaren balık yağı kullandırılır ve bizim gibi ülkelerde  kalp krizi oranı ölümlerde % 50' lere yakınken Japonya' da % 12' lerdedir.


Bir felsefem vardır : Ölmek korkulacak birşey değildir bende, ancak arızalı ve birinin yardımına muhtaç olarak yaşamayı hiç istemem. Kaderdir, şans veya şanssızlıktır elbette ancak bazı şeyleri de biz hatalar yaparak çekeriz kendi hayatımıza. O zaman da sızlanmayacaksın, aklın ve bilimin gölgesine sığınacaksın.

Faydaları ; Beyni geliştiriyor, görmeyi güçlendiriyor, felç riskini düşürüyor, kalp krizini engelliyor, ritim bozukluklarını azaltıyor, hafızayı destekliyor, kilo verdiriyor, depresyonu önlüyor, eklemleri yağlıyor, kansere karşı güçlendiriyor, kan basıncını dengeliyor, trigliseridi azaltıyor, iyi kolesterolü yükseltiyor, kanı inceltiyor, bağışıklığı güçlendiriyor. Çocuklarda kullanılması kesinlikle çok gereklidir, derslerinde başarılı olabilmeleri omega 3 sayesinde odaklanabilmeleri ile mümkündür. Ergenlikte de boy uzatır. Düzenli kullananların cilt gözenekleri sıkı, kapalı, yüzleri ve bakışları parlaktır. Ne yaptım ettim konuyu yine mutlaka kendi alanıma bağladım.






6 Aralık 2015 Pazar

İTALYANLAR

Kütüphanede gözüme takıldı, "İtalyanca Aşk Başkadır" kitabı. Bir dönem ne popülerdi. İtalyanlar geldi aklıma sonra. Hemen hemen beş dakikalik bir süre içinde önce avaz avaz kavga edebilen, sonra kahkahalarla gülebilen ve kolkola şarkı söyleyerek finali yapabilen insanlar topluluğu. Avrupa'da Türklere en çok benzeyen millet. Yalnız en büyük fark; Türkler hayattan acı çekmek için, İtalyanlar ise hayattan zevk almak için yaşarlar. Giyimlerine ve özellikle de güneş gözlüklerine çok önem veren bizlerin rahatça anlaşabileceği Akdeniz ülkesi. Ülkemiz ve genel dünya erkeklerinin aksine sadece siyah ve kahverengi tonları giymezler kırmızı ve turuncu pantalonla dolaşabilirler. Bu özelliklerinden ötürüdür ki İtalyanlar dünyada modaya şekil verirler. Onlar değişime ayak uydurmayı aşmış değişimin sebebi olmuşlardır. Neyse işte İtalyanca bir klasik gelsin madem.


ÖNYARGILI OLMAK ÜZERİNE


Geçen sabah minibüsde giderken yanımda oturan üniversite öğrencisi olabilecek yaşlarda bir çocuğa gözümün ucuyla ters ters bakıp, içimden söylenmeye başladım. Nasıl bir balık kokusu burnuma vuruyordu anlatamam. Evet evet bu koku balık kokusuydu. Önyargılarım devreye girmişti, durumu çözmüştüm, akşam balık yemişti, hatta yanında belki de soğan! Bu büyük şehrin kaderi miydi bilinmez, ancak devlet yurtlarında kalan özellikle erkek öğrenciler pek bir fena kokardı, hepsi için değil bu sözler tabi. Şartlar öyle gerektiriyordu. Siz de üniversitede yüz erkek öğrenci arasında sadece yedi sekiz kadar kız öğrenci olsaydınız ne demek istediğimi daha iyi anlardınız. Erken bir saat olduğu için midem bulanmaya başladı. Bir de hava yağışlı olunca normal olan bir koku bile sanki daha da keskinleşebiliyordu havada. Ya da ben öyle algılıyordum. Tahminler arka arkaya, 'ayy bu maklube de yiyiyordur erkek yurdunda' falan.

Koku duyusu beni çok fazla yönetir. Yemeği herkes önce ağzına götürür ben burnuma. Bazen sofralardan aç kalkarım bu yüzden ya da bir ortamı terkedebilirim arkama bakmadan. Neyse aynı durakta indik ve farklı yönlere doğru yürüdük. Ancak birşey oldu, koku benimle beraber geliyordu sanki. Duraladım ancak olamazdı, ne alakaydı? Dikkat ettim bir de, yürürken saçım savruldukça koku, daha bir katmerleniyordu sanki. Balık yemediğime emindim de bu nasıl olabilirdi peki? Birkaç dakika düşündüm. Bulmuştum, akşam saçıma protein maskesi yapıcam diye yumurta sarılı saç maskesi karışımı yapmıştım. O kadar da şampuanlamıştım oysa. Son durulama suyuna bir de sirkeli su yapınca, oh oh kokular maşallah, evlere şenlik. Yumurta sarısı ile sirkenin muhteşem düeti. Bekleyince ertesi güne, balık kokusunu andırıyordu evet.

Utandım kendimden ve önyargılarımdan. İçimden özür diledim o çocuktan. İftira etmiştim sonuçta, içimden öyle geçirmiştim. Ön yargılı olmak, önyargılı olunan şey hakkında bir şey bilmemekten sadece yaptığı çağrışımdan meydana gelirmiş. İnsanın hayatı boyunca çok zor belki de asla kurtulamayacağı kötü bir alışkanlık.

Yıllardır çok satanlar listesinden inmeyen ve İngiltere'de bir kült haline gelmiş Stuart Sutherland' in 'İrrasyonel' adlı kitabında da bahsettiği gibi "önyargı olgusu" insanın doğasında vardır. Çoğu zaman farketmeyiz bile ama kafamızda direk dış görünüş olsun, bir hareketi olsun bilinçaltımıza işlemiş mekanizma devreye girer ve karşımızdaki kişiye bir yafta yapıştırırız beynimizin içinde. Bizim toplumumuzda bu çok daha belirgindir. En rasyonel geçinenlerimizin bile zaman zaman yaptığı saçma bir davranıştır aslında. Yapmayalım, yapıldığına şahit olunduğunda karşı çıkalım. Başarabilirsek tabi !!!!



5 Aralık 2015 Cumartesi

İÇİMİZDEKİ ÇOCUK

Klibin kahramanları, çocukluğumuzun Susam Sokağı aktörlerinin akrabaları galiba. İçinizdeki çocuğu öldürmeyin derim, yani nacizane....




SAHLEP - YULAF - BOZA


Sahlep, soğuk kış gecelerinin en samimi dostu. En geniş ağızlı büyük boy fincan takımlarına en çok yakışan içecek, hani üzeri bol tarçınlı olanından. Hangimiz boğaz vapuru yolculuğunda biraz su kıvamı fazlaca olan sahlep fincanı elimizde ve daha bize ulaşmadan soğumuş bu müthiş güzel kokan içeceği her yudumumuzda o İstanbul' un karşı yakasını seyre dalmadık? Boğazımızın ısındığını hissederken o muhteşem İstanbul manzarasında tatlı hayallere dalmadık? Karlı kış gecelerinde daha iyi bir dost bulunur mu? Faydaları birçok tabi. Bağırsakların çalışmasını düzenler, kabızlığı önler. Sütle hazırlanan sahlep öksürük ve bronşite iyi geliyor. Üzerine serpiştirilen tarçın ise kan şekerini dengeler ve acıkmayı geciktirir. Piyasada satılan sahlep değil Eminönü Mısır Çarşısı'ndan alınan, fiyatı biraz tuzlu olan gerçek toz sahlepten bahsediyorum.


Yulaf, artık hepimizin hayatımıza girmesi gereken çok müthiş bir gıda. Son yıllarda fazlaca tüketiyorum özellikle müsli, corn flakes gibi sütlü karışımların içine katıyorum. Yoğurda katabilirsiniz, yulaf unundan ekmek tüketebilirsiniz, kreplerde kullanabilirsiniz veya salatanıza bir miktar koyabilirsiniz. Kan şekerini dengeliyor, içeriğindeki aminoasitler sayesinde vücudu toksinlerden arındırıyor. Safra kesesi asitlerini azaltmaya yardımcı olur, içeriğindeki çok değerli aminoasitler sayesinde iyi bir protein kaynağıdır. Anti kanserojen, kalp ve beyin aktivitelerini destekleyen, içeriğindeki B vitaminleri sayesinde merkezi sinir sistemini koruyan, tiroid sorunlarını gideren, kemik erimesini önleyen, kilo vermeye yardımcı, iyi bir enerji kaynağıdır. Ciltle ilgili faydaları ise apayrı uzun bir yazı konusu olur.


Bilinen en eski içeceklerimizden olan boza, sıcak bir içecek olmamakla birlikte yine kış gecelerinin vazgeçilmez içeceği.  'Boozaaa' diye geceleri seslenirken, sırtladıkları bakraçlarıyla bugün bile hâlâ sokaklarımızı arşınlıyor satıcılar. Nasıl özel ve güzel bir gelenek. Darı irmiği, su ve şekerden oluşan içeriği A ve B vitaminleri açısından zengin, içerdiği aktif maddeler sayesinde probiyotik etkisi yüksek, laktik asit sayesinde hazmı kolaylaştırıcı, vücudu dirençli kılan, mide bezleri faaliyetlerini olumlu yönde etkileyen, zihin açıcı ve sinirleri dinlendiren özel bir içecek boza. Yoruldum faydalarını yazmaktan ve bıraktım artık saymayı. Yani özetle tüketin bol bol için. Yanında en iyi giden ise sarı leblebidir.

BİR DANS MACERASI NASIL SONA ERER?


Üniversiteli genç, okulun 'Latin Dansları Klübü'ne üye olmuş, haftanın iki üç akşamını büyük heveslerle bu hobisine ayırıyordu. Her dans eğitiminde olduğu gibi eşleşme mevzusu sayesinde farklı bölümlerde okuyan kızlarla tanışıyor bu da onun okulun ilk senesinde daha da sosyalleşmesine sebep oluyordu. İlk aylarda halinden memnundu, her akşam figürleri evde ailesine gösteriyor, uzun uzun yaşadıklarını anlatıyordu. Hobi olarak yıllar içinde gitmediği spor branşı kalmamıştı bir de dansı denemek istemişti. Birgün dans hocası tahmini kendi yaşının üç, üç buçuk katı yaşında bir bayanla eşleştirmişti. Bu kadın da nereden çıkmıştı şimdi, kendi yaş grubu bir sürü genç kız arasında? Ya okul personeliydi, ya bir hocaydı. Başlarda sabırla duruma katlanmış, sonra dayanamamış, provaların ortasında karışıklıktan yararlanarak delikanlı kendini salonun taa diğer ucuna atmıştı. Herşeye hazırdı ve razıydı, gerekirse dansı bile bırakabilirdi. O kadınla dansa devam etmeyecekti. Kadınsa onlarca insanın içinde salonun diğer ucundan avazı çıktığı kadar bağırıyordu: 'Niye dansa benimle devam etmiyorsun? Ne o yoksa beni beğenmiyor musun?' Yok artık daha neler, genç delikanlı iyice sinirlenmeye başlamıştı. Bütün salon, bu duruma gülüyordu. Dikkatinden kaçmamıştı, hocası da bıyık altından duruma gülüp duruyordu.

Tam o sırada kadının eşi salona gelmişti, karısıyla kısa bir konuşmadan sonra gözlerini kısarak dikkatli gözlerle etrafı süzmeye başlamıştı. Delikanlı 'oh tamamen kurtuldum artık' derken adam el işareti yaparak kendisini yanına çağırmış, 'eşiyle niçin dansa devam etmediğini' sormuştu. Şok şok, şok! Bu kadarına da pes demişti içinden. Bir şekilde öyle böyle dans provaları bitmiş, akşam eve geldiğinde durumu bize anlatıyordu. Annesi olarak ne desem, ne söylesem itibar etmiyordu, sinirinden güldüğüm için bana daha da çok kızıyordu. Gülmekten gözümden yaşlar gelirken o bir daha bu konudan konuşmayacağına yeminler ediyor ve ettiriyordu. Konu kapanmıştı tabi bir daha hiç açılmamak üzere. Bir dans maceramız da kapanmıştı böylece.

BB, CC VE DD KREMLER, ÖZELLİKLERİ VE FARKLARI

BB krem yani 'Blemish Balm' veya 'Beauty Balm' diye adlandırılan sürekli duyduğumuz ancak içeriği hakkında çok az şey bildiğimiz kremler Kore menşeilidir. İçeriği hem nemlendirici, hem antioksidan, hem SPF yani güneş koruma ve su bazlı olma özelliğine sahiptir. Fondötenlere göre daha hafif, renkli nemlendiricilere göre daha yoğun bir özelliğe sahiptir. Amaç cildi daha pürüzsüz ve beyaz göstermek çünkü renk verme özelliğine sahiptirler. Yoğun oldukları için çok az kullanmak yeterli olmaktadır. Mükemmel bir makyaj altı bazı gibi de düşünülebilir. Kullanıyorum ve de çok memnunum. Nemlendirici sür bekle, güneş koruyucu sür bekle, fondöten sür bekle durumları sizin zamanınızı çok çalıyorsa bu kremler tam size göre, çünkü bir sürüşte üç adımı atlamış oluyorsunuz.
CC krem yani 'Colour Correcting' dediklerimiz BB kremle kıyaslayınca cildin renk tonunu ayarlayan ve daha hafif yapıda ürünlerdir. Yüzünde kızarıklık varsa, solgun bir cilt yapısına sahipseniz CC kremler cildin rengini düzenlemede etkindirler. 
DD krem yani 'Dynamic Do - All' diye adlandırılanlar ise BB ve CC kremlerin bir karışımıdır. Yoğun ve derinlemesine nemlendirme özelliği ile cildi yaşlanma ve dış etkenlere karşı koruyor. İçeriğinde yok yok: Cilt sıkılaştırıcılar, bitkisel maddeler, aydınlatıcı, canlandırıcı içerikler, anti-aging içerikli antioksidanlar, matlaştırıcı ve sivilcelere karşı anti bakteriyeller.
Ülkemizde ilk BB kremlerle Watsons mağazalarında Güney Kore' nin sadece bu mağazaya özel ürettiği 'Pure Beauty' markası ile tanıştık. Hem fiyat ortalaması hem kalite açısından iyi bir marka. Sonra yine Kore markası olan 'Missha' ürünlerini internetten temin edebilirsiniz. Üçüncü Kore markası 'Skin 79' ürünleri sadece Ankara' da bir alışveriş merkezinde mağazası olmakla birlikte yine internet üzerinden satılan bir markadır. Bu üç marka BB ve CC krem cennetidir. Bunların dışında Avon' dan tutun da, Loreal, Maybelline, Garnier ve sayamadığım tüm markaların bu kremleri mevcut. Rossman mağazalarına özel 'Alterra' diye doğal içerikli markanın da bu kremleri mevcut. Bu markayı da henüz yeni keşfettim. Kozmetik, kimya mühendisliği ve Almanya' ya bu anlamda güvenim sonsuz. Rossman malum Alman alışveriş mağazalar zinciri ve henüz çok yayılmadı şubeler bazında. Sadece yine de her gün aralıksız kullanmayın derim, devamlı kullanıldığında yüzü yorabiliyor, özellikle hassas ciltlerde bu daha çok hissedilebiliyor. Bu cümlem bütün kozmetik ürünleri için geçerli tabiki. Tercih sizin.







2 Aralık 2015 Çarşamba

DÖRT TEMEL DAVRANIŞ KALIBI


Yıllar içinde Satış - Pazarlama eğitimlerinde en ilgimi çeken konu bu dörtlü temel davranış kalıbı olmuştur. Yani sürücü, analitik, dost canlısı ve ifadeci denilen kategoriler sözkonusu insanlar arasında. Bu karakter özelliği olarak değil sadece davranış kalıbı olarak algılanmalı. Bir kişide iki veya daha fazla davranış kalıbı özellikleri de mevcut olabilir. Bu ayırım sadece iş sektöründe değil tüm hayatımızda insan ilişkilerinde bizi çözümsüzlüğe veya kolay iletişime yönlendiren çok önemli bir faktördür.

Kendinizi sınayın ve hangi gruba dahil olduğunuzu tespit edin. Bunu anlayınca hayat daha kolaylaşıyor çünkü karşımızdaki kişinin de hangisi olduğunu artık çok rahat anlıyoruz ve iletişimimiz kolaylaşıyor. Anlaşabilme hali zorlaşmaya başlayınca bu ayırımı aklıma getiriyorum.

SÜRÜCÜ DAVRANIŞ KALIBI: Konuşmaları hem çok azdır hem hızlı ve nettir. Mükemmelliği severler. İnsan odaklı değil iş odaklıdır. Genelde yönetici olurlar. Saatlerce karşısında uzun uzun bir konuyu anlatırsınız, sanırsınız o da size cevaplar verecek bir bakmışsınız iki kelimeyle konuyu sonlandırıverir, konuşkan değillerdir. Yapmamız gereken ifadesi yerine yapacaksını kullanır. İşler istediği gibi gitmezse çılgına dönebilir. Ciddi ve başarı odaklıdır.

ANALİTİK DAVRANIŞ KALIBI : Kısık ses tonunda ve çok yavaş konuşurlar. Her konuşmanın planını kafalarında yaptıkları için bir cümleyi daha geç bir zaman diliminde bitirirler. Analitikler konuşmalarını planladıkları gibi, hareketlerini ve kararlarını da planlarlar. Bu kararın ileride ne getireceğini hesapladıkları için zaman zaman kararsızlık içerisinde gibi görülebilirler. Zaman konusunda sıkıştırmaktan ve sıkıştırılmaktan hiç hoşlanmazlar. Hareketleri de konuşmaları gibi yavaştır.

DOST CANLISI DAVRANIŞ KALIBI : Bu kalıbı sergileyen insanlar, daha çok etraflarındaki insanların uyguladıkları yaşam tarzına uyarlar. Mesela bir dost canlısı, başka bir dost canlısı arkadaşını bir yere çağırıyorsa o aktivasyona katılan diğer kişileri de sevip sayacaktır. Bu davranış kalıbında olan bir insan sürekli olarak dost canlısı insanlarla birlikte olur. Onları yalnız başına görmeniz zordur. Duygusaldır işle ilgili kararlarda ve neşelidirler. Dost canlısı kararını uygulamadan önce mutlaka aynı kararı uygulayan başka bir dost canlısından cesaret ve örnek alır. Arkadaşlığı onun en asıl motivasyon kaynağıdır.

İFADECİ DAVRANIŞ KALIBI : Genelde eğlenmeyi seven insanlardır. Kalabalık insan topluluğu olan bir yerde sürekli kahkaha atan bir grup görürseniz bilin ki bu insanlar ifadecilerdir. Hızlı ve tüm vücutlarıyla konuşurlar, anlatmayı çok severler. Hayatı bir tiyatro sahnesi gibi yaşarlar. Her iki kelimenin arasına espri katarlar. Bu esprilere kendileri o kadar çok güler ki siz espriyi beğenmeseniz bile onun bu haline gülebilirsiniz. İfadeci kişiliklerin zaman kavramı pek yoktur. Başladıkları bir işi genellikle son dakikada bitirirler. Not tutma alışkanlıkları olmadığından unutkanlık gösterebilirler.

Sürücü tipi olmadığım kesin. Ben ağırlıklı olarak ifadeci çıkıyorum, çünkü konuşkanım ve beynimle konuştuklarım arasında pek de süzgeç kullanmıyorum. Aman ne büyük bir konfor bilemezsiniz, sesli düşünme hali. Şuna da cevap veremedim içim şişti veya sinir oldum durumu bende hiç yok. Analitik yönüm var herşeyi kaydeder, küçük notlar alırım. Biraz da dost canlısı olma halim varmış, yaptığım, planladığım herşeyde sevdiklerimin onayını alma ihtiyacı duyarım.